Sorunlardan kaçıp bir anlığına evrenin sesini dinlemeye var mısınız? Bir başkasının düşüncesini benimsemek yerine, şeylerin yerine kendi düşüncelerinizi koymak sizi daha gerçekçi kılacaktır. Dış seslerin hayatınızı kuşatıp kendi sesinizi boğmasına izin vermeyin. Sizi kimse dinlemedi. Dinlemeyecek! Siz, siz değilsiniz. Çünkü başkalarının sesiyle konuştunuz. Nasıl olmak, nasıl düşünmek istiyorsanız öyle olun. Bu kendini kandırma zincirinden kurtuluştur. Başarılı bir insan olmaya çalışmayın. Bunun yerine değerli bir insan olmaya çalışın. Kendini bilen değerini cebinde taşır. Başkasının bunu kendisine vermesini yaşamı boyunca beklemez. Her şey ‘şeyleri’ sorgulamakla başlar.
Doğanın yansıması gibi duruyor insan. Ölümse çağrılan mıydı, yoksa izin almadan dünyadaki kapıyı açan mıydı? Toprak, hava, su ve ateş. Varoluş ki iyi halden dört çelişkiydi. Bir patlama, bir yok oluşla bitiş gibi görünen döngü aynı zamanda var oluşun kapısını açandır. Evrende hiçbir şey sonlu değildir. Varoluş sürekli kendini tekrar eden bir döngüdür. İnsan, biyolojik olduğu kadar karmaşık bir varoluşsal, duygusal ve sosyal varlık olarak da ele alınır. İnsan, yaşamın gidişatı yönünde bir çizgide yelken açmak yerine nedenlerle, niçinlerle yaşamını bir kasırgaya çevirip anını kasıp kavuran, durup anlamayı denemeyen, hiç durmayan, kendini kendinden soyutlayan da bir varlıktır... İnsanı kendi kölesi yapan egosu, Sigmund Freud’un
kişilik teorisinde önemli bir kavramdır. Freud’un kişilik modelinde, kişiliğin üç temel temsilinden oluşur: İd, Ego ve Süperego. Ego, bu üç soyutluğun ortasında yer alır ve gerçek dünya ile bireyin bireysel istekleri arasında bir denge sağlar. Bu üçlü, özellikle hemen tatmin edilmek isteyen -İd- büyük bir körlüğe neden olabilir.
Her şey görecelidir. Herkesi dinlemeli, her şeyi okumalı fakat herkesten ve her şeyden çok kendi iç sesinizi dinlemeyi bilmelisiniz. Olduğunuz noktadan şimdi geriye baktığınızda ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bilgi yalnızca gerçeğe değil, aynı zamanda da yanılgıya dayanır. (Jung) 90’larda Nasa ve Avrupa Uzay Ajansı’nın ortak çalışması ile Hubble Uzay Teleskobu’ndan şaşırtıcı veriler elde edilmiş. Fakat 2021’de fırlatılan, 2022’de yörüngesine girmiş olan JWST (James Webb Space Telescope) uzaya gönderilmiş en gelişmiş ve en güçlü teleskobundan elde edilen veriler Hubble’dan elde edilen pek çok veriyi çürütmüştür. Yanılgı yaşamın bir parçasıdır. Peki dünyayı dolaşmamış olmasına, dünyaya on dört bin kilometre uzaktan kuş bakışı ile çizmesi gerekmesine rağmen tüm bu imkanlardan yoksun olup en ince ayrıntısına kadar kusursuz dünya haritasını çizen Piri Reis’e ne diyeceksiniz? Yanılgı ve gizem yaşamın bir parçası. Bildiğinizi sandığınız her şeyi sessize alın.
Her şey matematiksel kodlardan oluşur. Her varlığın ister canlı ister cansız olsun bir sesi, hafızası ve kodu vardır. Varoluşun matematiksel kodları insanda saklıdır. Tüm gerçek ondadır. Milyarlarca yıl üzerinde düşünülen bu gerçeğin çok çeşitli kuramları, teorileri olmuştur ama sonuçta tek bir açıklamada buluşulamamıştır. Kimse bir başkasını merak ettiği kadar kendisini merak etmemiştir. Başkalarının yaşamıyla kendininkinden daha çok ilgilenmesi, kendisiyle hiç bağ kurmaması ne ironiktir insanoğlu için. Diğer canlılar alemi gibi gün boyu etrafı kolaçan eden, karnını doyuran, uyuyup uyanan varlıklardan bir farkı olmayanlar sınıfına girer pek çoğu.
Cennet de cehennem de insanın içindedir. En büyük cehennem yirmi ila elli yaş aralığında. Kimine göre yaşamın en güzel yılları... Oysa insanoğlunun en büyük kâbusu bu yaş aralığı. İyi ki farkındalık ve farkındasızlık var. Farkında olmamak cehennem ateşini ikiye katlıyor. Neden mutsuz olduğunu, soyut bir bağlam olan içte hissedilen doyumsuz boşluğu doldurmak için çareler aramanın çaresizliğini bir azap gibi durmadan belleğinde taşıyanların, bunları anlamlandıramayanların iki kat yanışı bu. İnsanın duyusal algı aşamasını geçip sorgulama yetisi başlayıp gelişmesinden bu yana varoluş hakkında herkesin görüşünü söylediği ama hiç kimsenin ortak bir yargıda buluşamadığı evrensel bir döngüde gerçeği aramak, söylenenlerin dışına çıkabilme arayışları, yeniyi söyleme diyalektik dürtüsü kemirir insanı günbegün. Onlar için gerçek; denge merkezini bulabilmek ve orada aklını, o dengeye oturtmaktır. Cennet ve cehennem dediğin hiçbir şey bilmediğin, o güzelim bebeklik ve çocukluk dönemi...
Sorgulamaya başladığınızda, var olan fikirlerin, teorilerin, kuramların tersine kendi fikirlerinizi söylemeye başladığınızda size tam bir kaçık gözüyle bakacaklar. Mark Twain bunu bir cümle ile özetlemiş: Yeni bir fikri olan insan, fikri başarılı oluncaya kadar kaçıktır. Karşı çıkmanın, inkar etmenin, bilememenin ızdırabı ve mutluluğu bir aradadır. Sonsuz mutluluğa ve mutsuzluğa giden son yürüyüş de yavaş yavaş silinerek belleğini yitirmeye başladığın andır. Erdeme giden yolu yaşlılıkla ilişkilendirmeyin. Hayatınız boyunca iç benlik size bağırır: ‘Buradayım! Kapıyı aç!’ Ama insan yaşamı boyunca başka insanlarla, onların sorunlarıyla o kadar kalabalıktır ki o sese hiçbir zaman kulak vermez.
Sadece, ‘İçimde bir şey var, anlamlandıramadığım!’ der, geçer. İçine dönüp bakmaya zaman bulamadığı o rahatsızlık duygusuyla yaşar gider. Bir bakmış ki yaşlanmış ve yolun sonuna gelmiş. Farkına varılır ama şeyler silinmeye başlamıştır bir kere.
Yaşlılıktaki davranış, biçimsel eşleşmesi enteresandır. Hele benlikli bellek tamamen öldüyse işte o zaman cennetin ve cehennemin bahçesinde sorgusuz, yargısız ve aynı zamanda şüpheyle dans ediliyordur. Daha pasifize olan yaşlılık, ihtiyarlığın (yani bilgelik) içini yavaş yavaş boşaltmaya başlar. Tıpkı dünyaya yeni gelen hâlinin bir yansıması gibi. Bir nevi başlangıç ve bitişin eşliliğidir bu durum. Kendi cennetine ve cehennemine doğanın sonsuz yansıması ve dönüşümüyle teslim olduğu iki andır insan.
Hep gerçeğin peşinden koşar insan. Oysa yanmaya benzer aramak. Aramak
ki kendi içine inmeyi bekler. Bekler doğanın doğumunu, almak için ondan yansımayı. Beklemek, yakar insanı. Ne siyah ne de beyazdır cennet... Sadece son tutunuşun dayanılmaz hafifliği... Her şey bir sonraki oluşun sebebi, her şey yaşam zincirinin sebebi. Bir varış hikâyesidir gerçek; bütün sanatçıların yola çıktığı ama sağ dönemediği bir hikâye... İnsan insanın, hatta kendi kendinin yargıcıdır. Benliğini içindeki hapishaneye atıp kapısını kilitlediği anda kendisinin gardiyanı oluyor ne yazık ki. Hayatsa, insan imiyle yanlış ata oynayan bir hayal kırıklığı.
Neval Savak
Kalemin daim olsun sevgili Neval,Hayata farlı bir bakış açısı ile egodan uzak öz benliğini sade bir yazı ile kaleme almışsınız.Tesekkurler.
Her insanın benliğine ulaşıp onu tanıması, değer vermesi ve geliştirebilmesi dileğimle...